24 Temmuz 2012 Salı

Hayat Değiştiren "Filmler"

İzledikten sonra hayata olan bakış açısını etkileyen, sinemadan çıkmış yürürken gerçek hayata uyum sağlamakta zorlandıran, bir kaç gün etkisinden çıkılmasının zor olduğu, hayat değiştiren filmler listemin ilk bölümünü paylaşmak istiyorum sizinle.

The Eighth Day (Sekizinci Gün)








Georges(Pascal Duquenne), Down sendromundan muzdarip, özürlü biridir. Bir tedavi merkezinde yaşamaktadır. Harry(Daniel Auteuil) ise bir iş adamıdır. İş yaşamında çok başarılıdır ancak özel yaşamında işler yolunda gitmez. Karısı onu terk ettiğinden beri sefil durumdadır ve kızlarına da yeterince vakit ayıramamaktadır. Bir gün az kalsın arabayla Georges'u ezecek gibi olur. Bu tuhaf tanışmadan sonra onu başından savmaya vicdanı elvermez ve sıradışı birliktelikleri başlar. 8 gün boyunca yaşananlar Harry'i çok değiştirecektir.

Dead Poets Society (Ölü Ozanlar Derneği)
1959 yılında geçen film, John Keating (Robin Williams) adlı çok başarılı ve bir o kadar da farklı olan edebiyat öğretmeninin çok disiplinli bir erkek okulu olan Welton Acadamy'de (takma adı Hell-ton) öğretmenlik yapmaya geldiğinde başlar. Bay Keating, çoğu baskı altında olan öğrencileri edebiyat ve şiirin bambaşka dünyasıyla tanıştırır. Onlara özgürlüğü, hayatı yeniden anlamayı, dünyaya farklı açılardan bakmayı öğretir. Ancak Welton Akademisinin felsefesine tam örtüşmeyen bu ders anlatımı akademi yönetimi tarafından da gözden kaçmayacaktır. Okul müdürü Bay Nolan, yeni edebiyat öğretmenini, öğrencilerinden birinin intiharı üzerine, sorumlu görmüştür. Bunu bahane ederek edebiyat öğretmeni Bay Keating'i okuldan ayrılmaya zorlamıştır, fakat bu ayrılığa onu anlayan öğrencilerinin verdiği tepki Bay Nolan'ı hayatı boyunca yaşadığı belki de en utanç duyacağı anına sürükler ve film biter.

The Elephant Man (Fil Adam)
David Lynch, 8 dalda Oscar® adayı filminde John Merrick'in gerçek ve son derece çarpıcı hayat öyküsünü anlatıyor. Victoria dönemi İngilteresinde yaşayan John Merrick, ender görülen bir hastalık yüzünden ileri derecede şekli bozuk bir bedene ve yüze sahiptir. Gezici bir kumpanyada Fil Adam takma adıyla sergilenmekte ve kafes hayvanı muamelesi gördüğü çok zor bir hayat geçirmektedir. Dr. Frederick Treves (Sir Anthony Hopkins) adında genç bir cerrahın onu içine hapsolduğu korkunç hayattan kurtarmasıyla hiç alışık olmadığı güzel bir dünyaya adım atar. Ancak acı ve korku dolu geçmişi Merrick'i bu yeni dünyada da takip edecektir.

 Into The Wild (Özgürlük Yolu)
Genç Christopher McCandless’ın (Emile Hirsch) ilham veren gerçek hikayesinden uyarlanan Into the Wild, rahat ve konforlu yaşamını terk ederek Alaska’nın kırsalında hayatının en büyük meydan okumasını gerçekleştirmek ve özgürlüğü yaşamak için yollara düşen Christopher’ın hikayesini anlatıyor. Filmin senaryo yazarı ve yönetmeni Sean Penn’e yıldız oyuncular William Hurt, Marcia Gay Harden, Vince Vaughn, Catherine Keener ve Hal Holbrook eşlik ediyor. Özgürlüğe Giden Yolda, “güzel olduğu kadar heyecan verici, eğlenceli ve çoşkulu.”

The Pianist
Wladyslaw Szpilman, savaş patlak verdiğinde 27 yaşındaydı ve Polonya'nın geleceği en parlak konser piyanistlerinden biriydi. Luftwaffe'de radyo istasyonu bombalandığında Chopin'in C minor Nocturne'nü çalıyordu.Tüm Yahudiler gibi o ve ailesi de evlerinden çıkartılarak Varşova gettolarına sürülmüştü. Bu çok yetenekli genç adam yeni yaşamında karaborsacıların ve işbirlikçilerin eğlendiği barlarda çalmaya başlamıştır.İşte bu işbirlikçilerden biri onu ve ailesini ölüme götüren esir kampı trenlerinden birinden kurtarmıştır. Savaş fısıltıları, direnişçiler ve sürpriz bir Alman subayı sayesinde Szpilman savaşta hayatta kalmayı başarır.

     The Shawshank Redemption
Şaibeli bir şekilde karısını öldürmek suçundan Shawshank Hapishanesi`ne gönderilen bankacı Andy Dufresne (Tim Robbins), burada hiç alışık olmadığı bir hayat mücadelesi vermeye başlar. Hapishanede tanıştığı Ellis Boyd Redding (Morgan Freeman) ile aralarında mükemmel bir dostluk oluşur. Bir süre sonra Andy'nin hayata bağlı tavırları hapishanedeki mahkumları bile etkilemeyi başarır.

Yes Man (Bay Evet)
Filmde Jim Carrey, kendi kendine yardım programına yazılan Carl Allen adlı bir adamı canlandırıyor. Söz konusu program tek ve basit bir ilkeye dayanmaktadır: Her şeye “evet” demek. İlk başta, evet gücünü açığa çıkarmak Carl’ın hayatını inanılmaz ve beklenmedik biçimlerde değiştirir, ama çok geçmeden anlar ki hayatını sonsuz olasılıklara açmanın bazı olumsuzlukları da olabilmektedir.

Kaynaklar: Sinemalar Wikipedia

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Tezer Özlü'den "Kalanlar" ve "Çocukluğun Soğuk Geceleri"


Tezer Özlü ve Yaşamın Ucuna Yolculuk hakkında yazdıklarım burada.

Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabını okuduktan hemen sonra bu kadın ne yazdıysa okumak istiyorum dürtüsüyle Çocukluğun Soğuk Geceleri ve Kalanlar'ı edindim.





Bu kitapta Tezer'den "Kalanlar" var.
Ardında bıraktıkları, yaşadığı anların notları.
Hiçbiri yayımlanmamış.
Ama yayımlanmak üzere yazılmış.
Evet, anları severdi Tezer.
Onları yazdı. Acıyla, yalnızlıkla,
ama aynı zamanda coşkuyla, aşkla dolu anlarını.
Anlarının anılarını.
Başkaldırma anlarının.



En sarsan cümleler;
"Birdenbire çok yorulduğumu, taşıyamayacağım kadar yaşantı üstlendiğimi ölürcesine algıladım. Kitapsız, sanatçısız, tartışmasız bir yaşamın özlemi sardı benliğimi."

"Şimdi neden bu kadar çok sevdiğimi anladım, çünkü kendim ölmüştüm ve yalnızca başkalarının canlılığını algılayabiliyordum."

"Bir şeyin değişeceği beni ürkütüyor, bir şeyin değişmeyeceği de."

"Hiç kimseyle yaşlanmak istemiyorum, kendimle bile."

"Yalnızca seninle yatarken sadığım sana, bu bile fazla."

"Bugünden sonra acıyı mutluluk olarak tanımlayacağım."

"Yalnız yaşı olmayan ve dünyaları kendi içlerinde taşıyan insanlara dayanabildiğimi görüyorum."

"Çok ender yaşanan kimi aşklar gibi. Öyle bir aşk yaşamışsındır ki, bir daha artık böylesini yaşayamam dersin. Aşk sözcüğüne anlamını veren, bedeninin tüm hücrelerinde, sinirlerinin her atomunda duyduğun bir duygudur. Sonra bir gün, bir rastlantı, yeniden aynı heyecan, aynı coşku, aynı yoğunlukta yaşanan anlar... İnanamazsın. Bir düşteyim sanırsın. Kitaplarda benim için öyledir."

"Bazen bir şey yaşarken olaya dışardan bakıp, o olay yazmak için yaşadığım duygusuna kapılıyorum. O zaman içimden bir ses, karşındakine haksızlık ediyorsun, diyor. Olmaz böyle bir şey diyor. Olayın içine girmeye çalışıyorum. o zaman da kendime haksızlık ediyormuşum gibi oluyor. böylece kendi özüm ve gözetimim (yazmam için) arasında gidip geliyorum."


Çocukluğun Soğuk Geceleri, Tezer Özlü'nün ilk romanı olma özelliğini taşıyor. 



İçeriği; Ev, Okul ve Okul Yolu, Leo Ferre'nin Konseri, Yeniden Akdeniz olmak üzere dört ayrı bölümden oluşuyor. 

Anlatımının yalın, düz ve akıcı olmasının yanında samimi ve bunalımlı bir derinliğe sahip. Okuduktan sonra karmaşıklaştıran, sorgulatan tuhaf bir acıtıcılığı var bu kitabın. Mutluyken okunsa hissedilemez yaşadıkları, mutlu eden bir kitap değil..Unutulan gerçekleri yüze vuruyor, hafif buruk birazda melankolik durumdayken okunduğunda değeri daha bir anlaşılır.

En sarsan cümleler;
"O öleli ikinci sonbahar geliyor. Sanki karşımda. yudumladığı konyağın tadını içine sindirmeye çalışıyor, gözleri yorgun. gözleri insancıl. gözleri dalgın. duyguları uzaklarda. Sevişip, ölüm sessizliğine gömülmek ister gibi. Ölüm sessizliği çok genç buldu onu, karı koca olamadık. gerçek dost da olamadık. bir kitapta okumuş, bir filmde izlemiş gibiyim beraberliğimizi. bir konserde dinlemiş gibiyim. severek anımsanan bir kitap gibi bile değil."

"Pazar günleri... şimdilerde...sokak aralarından geçerken...gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim.. evlerin pencere camları buharlaşmışsa.. odaların içine asılmış çamaşır görürsem...bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek............ isterim hep."

"Arkadaşlarıma belli etmemeye çalışıyorum. onlar şakacı, özgür "beni" arıyor. bulamıyor. onların dünyasında iniş çıkışlar bu denli büyük değil. onların dünyasında coşku delilik derecesine varmıyor. onların dünyasında bunalım ölüm korkusuna belki de ölüm isteğine dönüşmüyor."

"Onlar dolmuşa biner gibi evlenip iner gibi boşanmıyor."

" Bu dayanılmaz sessizlik ve isteksizlik, eylemsizlik ne? Uyanır uyanmaz saplantılarla başlıyor gün. Yataktan hiç çıkamıyorum."

"Ölüm düşüncesi izliyor beni. Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. bunun belli bir nedeni yok, yaşansa da olur, yaşanmasa da. bir kaygı yalnız. beni, kendimi öldürmeyi denemeye iten bir kaygı."

"İşte gene kendimi ele verdim, ancak deliler atlar balkondan."

"Çünkü sinir hastalığı da bulaşıcı bir şey, hem öyle mikrop almakla değil, bir insanın umutsuzluğunu derinden algılamakla bile geçebilir."

"Dünya hızlandı. Beynim kafamdan uçuyor, Beynimle düşüncelerimi sınırlamam olanaksız."

8 Temmuz 2012 Pazar

Franz Kafka: Dönüşüm (Die Verwandlung)


"Huzursuz edici rüyalarından uyandı bir sabah Gregor Samsa ve kocaman bir böcek haline gelmiş buldu kendini." cümlesiyle başlayan, kişinin kendine ve birlikte yaşadığı insanlara yabancılaşmasını konu alan; bir Kafka klasiği, bir anlam da da edebi Kafka otobiyografisidir gözümde.



Yabancılaşma hissini ütopik bir şekilde anlatmasına, sadece 73 sayfadan oluşmasına rağmen bittikten sonra üzerinizde günlerdir okuyormuş hissi yaratacak kadar "gerçekçi" ve dram yüklü bir öykü/roman. 

Kitaba yapılan eleştirilerden birçoğu "toplumun farklı olana yaptığı muamele" etrafında toplanmıştır. 

"Yaşamdan kopmanın verdiği yalnızlık ve gelecekten herhangi bir şey ummamak" da bu açıklamalar arasındadır.

Kitapta iki farklı dönüşüm gözlemledim, birincisi Samsa'nın yaşadığı metamorfoz /başkalaşma, diğeri ise romanın başında Samsa'nın bakımını üstlenmiş olan kız kardeşinin zaman geçtikçe davranışlarında olan değişmeler.

Ailesi için hiç sevmediği bir işte çalışan Samsa'nın kendine yabancılaşması; günümüz insanının sorgusuzca, ezbere, rutin bir kaos içinde çalışmasını betimler nitelikte.