24 Ağustos 2013 Cumartesi

Şehr-i Firar Okumaları; Turgut Uyar "Göğe Bakma Durağı"

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
seni aldım bu sunturlu yere getirdim
sayısız penceren vardı bir bir kapattım
bana dönesin diye bir bir kapattım
şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
bir ellerin, bir ellerim belleyelim yetsin
seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
durma kendini hatırlat
durma göğe bakalım 

Çocukluğumdan beri yıldızlardan, aydan, güneşten apayrı bir sempatim olmuştur bulutlara. Beyaz pamuğumsu görünümleriyle aldıkları türlü şekillere anlamlar yüklemek, hayaller kurmak büyük eğlencemdir :) İstanbul'da soğuk beton yığınlarının arasından göğe bakmak, şehrin griliği her yanınızı kuşatmışken o manaya ulaşmak çok kolay olmuyor. Bir aydır Kastamonu'dayım, burada yemyeşil doğanın içinde bulutlara bakmak, Turgut Uyar okumak, bulutlara anlamlar yüklemek, hayaller kurmak, dalıp gitmek ve fotoğraflamak daha anlamlı daha özel. Daha dinlendirici kesinlikle. Böyle anlardan birinde fotoğrafladım bu kareleri. 

Turgut Uyar hakkında bu şiir kitabı hakkında bir şeyler yazasım yok. Anlatmaya çalışarak büyüsünü bozmak istemiyorum. Şiir kitapları üzerine bir şeyler yazılmamalı belki de. Anlatmaya çalışmamalı hiç. "Göğe Bakma Durağı" kendisini öyle güzel anlatıyor ki. İsminde bile kendisine kendisine çeken bir huzur yok mu? Bazen yalnızca okumak yalnızca göğe bakmak iyi gelir. Durma göğe bakalım. 

Dünyada cenneti yaşatan göğe bakma durağınızı bulmanız dileğiyle.

Yapı Kredi Yayınlarına Not: Kitabın rengi su yeşilinden ziyade gök mavisi olmalıymış kanımca.








23 Ağustos 2013 Cuma

Şehr-i Firar Okumaları; Hilmi Yavuz "Hüzün ve Ben"


Bu yazıyı -çılgın kalabalıktan uzakta- yazıyorum. Nereye gözümü çevirsem ya yeşilin bir tonuna ya da karadenizin masmavi denizine rastlıyorum. Çılgın kalabalığa hiç mi hiç dönesim yok. Televizyon izlemiyorum, gazete okumuyorum dünyanın hiçbir derdine ilişmiyorum. (Cehalet mutluluktur'u yaşıyorum) Tomris Uyar'ın tabiriyle tepkisizlerdenim bir süre. Sanırım her şeyi bilmeye çalışmakta farketmeden yoruyor insanı.


Şu sıra sadece okuyorum. Kitaplığımdaki vakit ayıramadığım hazinelerimle tanışıyorum. Bu dönemde okuduğum kitaplardan birisi de "Hüzün ve Ben".  İlk çıktığı günlerde (nisan ayında) inkılap kitabevinden almıştım ve bir türlü okuma fırsatı bulamamıştım. İyi ki de o fırsatı bulamamışım. Çılgın kalabalığın ortasında okusaydım bu etkiyi yaşar mıydım muamma.  İçsel olarak gündemimde olan düşüncelerimde olan konuların, başladığım kitapta tesadüf olarak karşıma çıkması durumunu çok severim.Bence bir kitabı sevmemizdeki en büyük sebep o an o kitabın konusunun duygusunda, düşüncesinde olabilmemizde saklı. 

Kitabı genel itibariyle sevmiş olsam da sıkıldığım kısımları da oldu. Özellikle yazarın kendi hayatında önemi olan, anılarının bulunduğu şehir ve ilçeleri anlattığı "ah bellek acı bellek" bölümünü çok özümseyip hissedemedim. En çok "hüzün ki en çok yakışandır bize" bölümünü sevdim. O kadar çok cümlenin altını çizdim ki.


 Zaman gazetesinin kitap ekinde de tesadüf eseri bu yazıya rastladım. Ali Çolak yazmış. 

Aklınızın bir köşesinde olsun Hüzün ve Ben. Olur ya sonbaharın gelmek üzere olduğu bugünlerde, bir kitap ararsanız firar ettirecek hüznünüze.