4 Kasım 2012 Pazar

Her şeye "karşı" bir adam; "Aylak Adam"


Yusuf Atılgan (Manisa, 27 Haziran 1921 – İstanbul, 9 Ekim 1989)İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Bir askeri lisede bir yıl süreyle edebiyat öğretmenliği yaptı. Milliyet Yayınları’nda danışmanlık ve çevirmenlik, Can Yayınları’nda redaktörlük yaptı. Canistan adlı romanını tamamlayamadan kalp krizi sonucu Moda’daki evinde vefat etti.
Romanları: Aylak Adam (1959), Anayurt Oteli (1973), Canistan (2000)Öyküleri: Bodur Minareden Öte (1960), Eylemci (Bütün Öyküleri; 1992)Çocuk Kitabı: Ekmek Elden Süt Memeden (1981),
Çeviri: Toplumda Sanat (K.Baynes; 1980)
Yapı Kredi Yayınları kendisiyle ilgili şu bilgileri vermiş;Aylak Adam ve Anayurt Oteli adlı romanlarında psikolojik yabancılaşma ve yalnızlık temasını başarıyla işleyen bir yazar olarak tanındı ve modern Türk edebiyatının önde gelen ustaları arasında yer aldı. Anayurt Oteli 1987’ de Ömer Kavur tarafından aynı adla sinemaya aktarıldı. Film, Venedik Film Festivali’nde aldığı “Fibresci Ödülü”nün yanısıra yurt içinde ve dışında başka pek çok ödülün de sahibi oldu. 1955’te Tercüman gazetesinin öykü yarışmasında “Evdeki” öyküsüyle (Nevzat Çorum adıyla) dokuzunculuk kazandı. Aylak Adam romanıyla 1957-58 Yunus Nadi Roman Armağını’nda ikincilik ödülü aldı. Ölümünün ardından Yusuf Atılgan’a Armağan (1992) adlı bir kitap yayımlandı.
Kitabın arka kapağında şu sözler yer alıyor:“Her şeye “karşı” duran, “karşı” çıkan, “karşı” olan bir adam… Aylak Adam. Bir adı bile yok. “C” diyor Yusuf Atılgan kısaca. İnsan her şeye bunca “karşı”yken kendine de “karşı” olmadan nasıl sürdürebilir bir “karşı” yaşamı? C., sıradanlığa, tekdüzeliğe, alışılmışın kolaycılığına hiç mi hiç katlanamıyor. Hem farklıyı, hem doğru olanı arıyor. Çabasının boşuna olduğunun da farkında üstelik. Zor bir karakter, zor bir yaşam, yalın bir roman.”



Alışmaktan korkan, herkeste o'nu arayan, bulamayan, tutunamayan, her şeye karşı duran, her günü cumartesi gibi yaşayan bir adamın dört mevsimlik hikayesi Aylak Adam. Toplum ile bir bağı kalmamışcasına her şeye karşıdan bakan,  -toplumun akılla bağdaşmayan düzenine- karşı, uyumsuz (neye göre, kime göre uyumsuz?) insanların çoğu hareketine anlam veremeyen, bir adam C.

Kitapta kadın karakterin yazdığı mektupları okurken, kendisini ne kadar güzel ifade etmiş dedim öyle bir etkiydi ki bu sanki okuduğum bir roman değil yazarı erkek değil o mektupları yazan "gerçek" bir kadınmış, kurgu yokmuş gibi hissettim. 

Bende böyle hissetmiştim ama kelimelere dökememiştim dediklerimiz var içinde. Bu kitabı bu kadar sevdirende bu bence. Bazı bölümlerinde olan anlatım biçimi, tutkusu nedeniyle Kürk Mantolu Madonna'ya benzettim.Satır araları muhteşem ayrıntılarla çevrili;

***

“Ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz.”

“İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri, olamadıkları “kişi”yi anlatırlar.”

"Herkes onun gibi değil miydi? en az umutlanmaları gerektiği zamanlar en çok umarlardı."

“Araçları, kullanılmaları gereken amaçtan sürekli olarak değişik amaçlar için kullanmak gösteriştir.”

“İnsan geçmiş bir olayı kafasından kazıyıp attığını sanıyor. Değil. Tortuya benzer bir kalıntı var.”

“Birden içini bir yere, bir şeye geç kaldığı duygusu kapladı. Yirmi sekiz yaşındaydı, tedirgindi.”

“Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.”

“Fotoğrafları sevmem demişti, insanın hayalini sınırlarlar; hep kendilerini düşünmeye zorlarlar bizi.”

“Huzurunu yaşadığı günde bulamayan insana kurtuluş yoktu.”

“Sabahları geç kalkmaya alışmış bir insan, bir gece yatarken “yarın erken kalkmam gerek” diye düşünüp ertesi sabah istediği vakitte uyanınca nasıl şaşarsa o da saatine bakınca öyle şaştı.”

“Ne sıkıcı işleri var insanların!”

“Hep ölçülü-biçimli mi davranmak gerek? Kim demiş?”

“Kiremitlerden biri çatlak olmasa dam akmaz.”

“Yine de üzgündü; ama tatlımsı bir üzüntü bu, kahredici değil, yerleşik.”

“Sizi bekleyenler vardır. Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?”

“Kim bilir, iç sıkıntısı olmasa, belki insanlar işe gitmeyi unuturlardı. İş avutur derdi babası.”

“Bir şeyler olmasını bekliyordu insan, bir değişiklik"


***


3 yorum:

excollection dedi ki...

yeni bi bloggerım burdan http://antikavosvos.blogspot.com/

BAYKUŞ GÖZÜYLE... dedi ki...

Çok sevdiğim kitaplardan biri daha işte:)alıntılarla tekrar hatırlamak güzeldi...

Adsız dedi ki...

Bu kitabın konusunu merak edip okumuştum.. kitap güzel ama cümle yapısı bana biraz farklı gelmişti anlamakta biraz zorlanmıştım :))) bir de bu adamın bir kitabı daha vardı onun da dili yine böyleydi galiba yazarın üslubu böyle.. güzel kitaptır mutlaka okuyun


Can K.