5 Kasım 2012 Pazartesi

Orhan Veli Kanık, Bütün Şiirleri


Şiir, insana yaşadığını hissettiren bir şey, içini duyguyla dolduran, üzen, içini titreten bazen gülümseten. Bir öykü veya roman okurken olandan daha çok içine saplanıyor insanın cümleler. Bazen bir dörtlük veya bir mısra yüzünden günlerce belki haftalarca beynimizde aynı olaylar defalarca vuku bulur. Hayatı düz ve gelişine yaşamaktan kurtarıp insana insan olduğunu da hatırlatır şiirler.Ama günümüzde "robot", "soğuk", "duygusuz", "sevgisiz" olmak makbul olduğu için ne adam akıllı şiir kitapları var artık ne de sadakat yüklü aşklar.Aşık olmanın acizlik ve zayıflık olarak lanse edildiği bir dönem yaşarken bunların beklentisine girmek bile abuk.Benim merak ettiğim daha ne kadar süre kendimizi kandıracağız duygularımız olmadığı konusunda? 

Orhan Veli şiirlerine aşinaydım ama onun bu kendine haslığı nedeniyle bütün şiirlerini bilmek istedim, iyi ki de bu isteği duymuşum beni kendi düşüncelerimden uzaklaştırıp duygularıma kaçırdı. Bünyeye antidepresan gibi yapay maddeler sokmak yerine her akşam bir iki dozluk şiir okuma seansları düzenlemek bence insana insan olduğunu hatırlatan duygularını geri verir. 

Hilmi Yavuz'unda dediği gibi; "Hüzün ki en çok yakışandır bize, belki de en çok anladığımız."



4 Kasım 2012 Pazar

Her şeye "karşı" bir adam; "Aylak Adam"


Yusuf Atılgan (Manisa, 27 Haziran 1921 – İstanbul, 9 Ekim 1989)İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Bir askeri lisede bir yıl süreyle edebiyat öğretmenliği yaptı. Milliyet Yayınları’nda danışmanlık ve çevirmenlik, Can Yayınları’nda redaktörlük yaptı. Canistan adlı romanını tamamlayamadan kalp krizi sonucu Moda’daki evinde vefat etti.
Romanları: Aylak Adam (1959), Anayurt Oteli (1973), Canistan (2000)Öyküleri: Bodur Minareden Öte (1960), Eylemci (Bütün Öyküleri; 1992)Çocuk Kitabı: Ekmek Elden Süt Memeden (1981),
Çeviri: Toplumda Sanat (K.Baynes; 1980)
Yapı Kredi Yayınları kendisiyle ilgili şu bilgileri vermiş;Aylak Adam ve Anayurt Oteli adlı romanlarında psikolojik yabancılaşma ve yalnızlık temasını başarıyla işleyen bir yazar olarak tanındı ve modern Türk edebiyatının önde gelen ustaları arasında yer aldı. Anayurt Oteli 1987’ de Ömer Kavur tarafından aynı adla sinemaya aktarıldı. Film, Venedik Film Festivali’nde aldığı “Fibresci Ödülü”nün yanısıra yurt içinde ve dışında başka pek çok ödülün de sahibi oldu. 1955’te Tercüman gazetesinin öykü yarışmasında “Evdeki” öyküsüyle (Nevzat Çorum adıyla) dokuzunculuk kazandı. Aylak Adam romanıyla 1957-58 Yunus Nadi Roman Armağını’nda ikincilik ödülü aldı. Ölümünün ardından Yusuf Atılgan’a Armağan (1992) adlı bir kitap yayımlandı.
Kitabın arka kapağında şu sözler yer alıyor:“Her şeye “karşı” duran, “karşı” çıkan, “karşı” olan bir adam… Aylak Adam. Bir adı bile yok. “C” diyor Yusuf Atılgan kısaca. İnsan her şeye bunca “karşı”yken kendine de “karşı” olmadan nasıl sürdürebilir bir “karşı” yaşamı? C., sıradanlığa, tekdüzeliğe, alışılmışın kolaycılığına hiç mi hiç katlanamıyor. Hem farklıyı, hem doğru olanı arıyor. Çabasının boşuna olduğunun da farkında üstelik. Zor bir karakter, zor bir yaşam, yalın bir roman.”



Alışmaktan korkan, herkeste o'nu arayan, bulamayan, tutunamayan, her şeye karşı duran, her günü cumartesi gibi yaşayan bir adamın dört mevsimlik hikayesi Aylak Adam. Toplum ile bir bağı kalmamışcasına her şeye karşıdan bakan,  -toplumun akılla bağdaşmayan düzenine- karşı, uyumsuz (neye göre, kime göre uyumsuz?) insanların çoğu hareketine anlam veremeyen, bir adam C.

Kitapta kadın karakterin yazdığı mektupları okurken, kendisini ne kadar güzel ifade etmiş dedim öyle bir etkiydi ki bu sanki okuduğum bir roman değil yazarı erkek değil o mektupları yazan "gerçek" bir kadınmış, kurgu yokmuş gibi hissettim. 

Bende böyle hissetmiştim ama kelimelere dökememiştim dediklerimiz var içinde. Bu kitabı bu kadar sevdirende bu bence. Bazı bölümlerinde olan anlatım biçimi, tutkusu nedeniyle Kürk Mantolu Madonna'ya benzettim.Satır araları muhteşem ayrıntılarla çevrili;

***

“Ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz.”

“İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri, olamadıkları “kişi”yi anlatırlar.”

"Herkes onun gibi değil miydi? en az umutlanmaları gerektiği zamanlar en çok umarlardı."

“Araçları, kullanılmaları gereken amaçtan sürekli olarak değişik amaçlar için kullanmak gösteriştir.”

“İnsan geçmiş bir olayı kafasından kazıyıp attığını sanıyor. Değil. Tortuya benzer bir kalıntı var.”

“Birden içini bir yere, bir şeye geç kaldığı duygusu kapladı. Yirmi sekiz yaşındaydı, tedirgindi.”

“Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.”

“Fotoğrafları sevmem demişti, insanın hayalini sınırlarlar; hep kendilerini düşünmeye zorlarlar bizi.”

“Huzurunu yaşadığı günde bulamayan insana kurtuluş yoktu.”

“Sabahları geç kalkmaya alışmış bir insan, bir gece yatarken “yarın erken kalkmam gerek” diye düşünüp ertesi sabah istediği vakitte uyanınca nasıl şaşarsa o da saatine bakınca öyle şaştı.”

“Ne sıkıcı işleri var insanların!”

“Hep ölçülü-biçimli mi davranmak gerek? Kim demiş?”

“Kiremitlerden biri çatlak olmasa dam akmaz.”

“Yine de üzgündü; ama tatlımsı bir üzüntü bu, kahredici değil, yerleşik.”

“Sizi bekleyenler vardır. Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?”

“Kim bilir, iç sıkıntısı olmasa, belki insanlar işe gitmeyi unuturlardı. İş avutur derdi babası.”

“Bir şeyler olmasını bekliyordu insan, bir değişiklik"


***


3 Kasım 2012 Cumartesi

Aydökümü #Ekim 2012


Ekim ayı benim için az konuşup çok düşündüğüm az sosyalleşip çok okuduğum bir ay oldu, buna rağmen okuduklarım bana yetti mi, hayır. Kitapların dünyası öyle bir dünya ki insan okumaya başladığı zaman özellikle ard arda doğru kitapları bulmaya başlamışsa, içinde hep "daha fazla" diyen bir doyumsuzluk hissi doğmaya başlıyor. Şu an sırada okumam gereken 20ye yakın kitap varken hâlâ alım konusunda kendimi durduramıyorum. Ekim benim için şanslı bir aydı, özellikle kitaplar hakkında artık bir yol göstericimin olması da peş peşe "işte bu!" dediğim kitaplar seçmemi sağladı. Her insanın içinde okumak eylemini sevecek bir taraf olduğuna inanıyorum yeter ki kendisine uygun olan doğru türü bulabilsin.

Okuduklarımdan kısa bir analiz yapacak olursam; 
Tezer Özlü'nün "Eski Bahçe-Eski Sevgi" kitabı ruhumu bedenimin bulunduğu yerden ayırdı, başka yerlere sürükledi. Tezer Özlü benim için o kadar değerli ki Eski Bahçe-Eski Sevgi'yi alelade bir zaman diliminde okumak istemediğim için hep erteledim durdum. Onun kadar beğendiğim diğer romanda "Aylak Adam" oldu ve yine doğru zamanda okumanın etkisiyle bir iki gün içerisinde bitti. "İnsan ne ile yaşar"da keza öyleydi. Su gibi bir anlatıma sahipti. 

Daha önce Orhan Veli okumamıştım karşıma çıkan şiirlerini çok beğeniyordum sonunda bir akşam içinde ayin yapar gibi Bütün Şiirleri'ni okudum, çok iyi geldi.Yazarının Joanne Greenberg olduğu "Sana Gül Bahçesi Vadetmedim" kitabına gelecek olursam aramızda bir sevgi-nefret ilişkisi oluştu kendisiyle, aynı anda Tezer Özlü okuduğum için ciddi boyutta bir iç sıkıntısı yaptı hatta kitabı görünce bile midem bulanıyor verdiği iç sıkıntısından ama okuyorken elimden bırakmakta istemedim, ilginçtir Kuyucaklı Yusuf'ta aynı etkiyi verdi. "Pastoral Senfoni", İnsan Ne ile Yaşar gibi çabuk bitti ama okumasaydım da bir şey değişmezdi, etkilemedi beni çok fazla.


Bu kitaplarla ilgili yazacaklarım elbette bu kadar değil, hepsiyle ilgili söylemek istediklerimi ilerleyen günlerde ayrı ayrı ele alacağım. 



Ve Kasım ayının en güzel yanı şüphesiz ki İstanbul Kitap Fuarı :)


Tüyap'ta 17-25 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek, kaçırmayın üzülürsünüz :) Etkinlik Programı ve diğer ayrıntılara Buradan ulaşabilirsiniz.